Küçük Bir Çocuk Zihni, Büyüklerin "İş" Tanımını Nasıl Değiştirir?
Daha karnımdayken bu iş meselesi ile hep uyumlu oldu, birlikte oldukça sıkı çalıştık diyebilirim. Ama ritme ikimiz de çok güzel ayak uyduruyorduk. Opera veya müzikal dinleyerek büyümüyordu karnımda ama baya bir emülsiyon reçetesi duymuş ve bol miktarda silikon kimyasına maruz kalmış olduğuna eminim.
Yeni yeni konuşmaya başladığı dönemlerde, bu kadar çok müşterimiz yoktu ve o zamanlar genelde sahada olmaya çalışırdım. Haliyle “Nereye gidiyorsun?” dediğinde “İnsanları dinlemeye ve onlara yardımcı olabilecek bir çözüm bulmaya gidiyorum.” derdim. Akşam eve döndüğümüzde o bana neler gerçekleştirdiğini, ben de ona o gün her ne olduysa o gerçeklikte ne yaptığımı anlatırdım. Bu, bir gün kazanın başında üretim yapmak, diğer gün laboratuvarda beher yıkamak olabilirdi. Gün geçtikçe, her ikimizin de dokunduğu insan sayısı, sağladığı fayda arttı ve konuşmalarımız, “Sen kimlere yardım ettin?” sorularına evirildi.
Ama “iş” tanımı hiç değişmedi; o, hep mutlu ve birbirine yardım eden insanların olduğu yere verilen isim oldu. “Şirket” tanımı ise bildiğimiz o tüzel yapı olarak kaldı. Dolayısı ile ben hep keyifli insanların olduğu, fayda sağlamak için bir araya gelinen “iş” şirketine gittim. Mekanlar değişti; DTM (Dünya Ticaret Merkezi)’nden taşınırken sanırım kolileri toplarken en çok üzülenlerden biriydi oğlum, ama İkitelli’deki ilk laboratuvarımızı açtığımızda balkondaki çiçekleri sulamak için yalvarırdı sanki hiç bahçe yokmuş gibi. Balance’taki yeni ofise taşındığımızda büyüdüğünü fark etmiştim çünkü atletine silikon baskı yaparken elastomer kelimesini öğrenen ilk çocuk olduğuna eminim.
Biz, bunların hepsini bir arada yaptık ve ne zaman birbirimize ihtiyacımız varsa koşulsuz bir arada olduk. Onun özgürlüğüne, düşünce şekline baktıkça ben geliştim; ben geliştikçe yarattığım katkı arttı. Geçenlerde tesadüf eseri denk geldiğim bir kongrede konuşmacı doğum uzmanı bir profesör bahsediyordu; kadınların kariyer ve çocuk sahibi olma konularını dengelemesi gerektiğini söyledi. Kariyer yapayım derken çocuktan oluyormuşuz gibi bir başlıktaydı hatırladığım kadarı ile. Şu anki güçlü yanlarıma bakınca; kapsayıcılığıma, yol göstericiliğime ve yaratıcılığıma, iyi de ben bunların hepsini oğlumdan öğrendim. Tam olarak neyi dengelemem gerektiğini bir türlü anlayamadım açıkçası.
Çünkü ben hiç eve gidince “anne”, ofise giderken “müdür” olmak zorunda kalmadım. Bizim “iş” şirketinde hiçbir zaman unvanlar olmadı, hanım ve bey kelimelerini de sevmediğimizden hayatımın yalnızca çok kısa bir döneminde unvan sahibi oldum. O da, oğlumun çok yakın bir arkadaşından duyup bana “Ayrin Bey” demeye başlaması ile (hele bir de bekar bir anneyseniz işler bazen iyiden iyiye karışabiliyor). Neyse ki kısa sürdü de, kendimi birilerine emir vermek zorunda olan sonra da bunu takip etmesi gereken biri gibi hissedecek alışkanlığı kazanamadım.
Bir süre önce Latro’da, daha önce inandığımız ve savunduğumuz değerleri ve amacı isimlendirmeye ve bunu şekillendirmeye başladık. Gerçek anlamı ile bağlanabileceğimiz temel değerlerin varlığının çok önemli olduğuna inandık. Pek çok şirketin de temel değerleri vardı pek tabii, ama aslında bunlar daha ziyade basın bildirilerine benzeyen, belki şirkete adapte olmak için ilk oryantasyon gününüzde okuduğunuz, ama girişte lobinin duvarında bir müdür odasının yanında asılı duran anlamsız bir tablodan öteye gitmeyen ifadeler topluluğu. Latro’da ise değerler, bizim için kişisel değerlerimizle örtüştüğünden hassas noktamız oldu. İnancımız ve davranış modelimizi belirleyen değerlerimiz sayesinde her birimiz yaratmak ve yaymak istediğimiz kültürün en kuvvetli savunucuları olduk.
Kendimi gerçekleştirmek amacı ile yaşadığım hayat döngüsünün annelik-kariyer bağlamını şöyle bir gözden geçirdiğimde değerlerimizden birine “Kendin Ol! (wholeness)” demiş olmamız asla bir tesadüf olamaz. Ve en güzel tarafı da bu kavramın tüm ekip bir araya gelerek günler süren sohbetler sonrası oy birliği ile çıkmış olması.
Wholeness, bize göre en iyi ifadesi ile “kendin ol”;
İnsanları, tüm fikirleri ve duyguları ile bir bütün halinde görmek. Bireylerin kendisi gibi olmasını destekleyen kültürümüz ile özgür bir oyun alanı sunmak.
Bu da, aslında sadece toplumun bizlere biçtiği annelik rolü değil, tüm duygularımızı bir arada yaşamamıza; olduğumuz ve olmak istediğimiz halimiz ile özgürce fark yaratmamıza imkan sağlıyor. Bu sayede kendimizi gerçekleştirme şansımız oluyor; tatmin, mutluluk, kendine yetme, yaratıcılık, farklılık, ölümsüzlük, güvenilirlik ile besleniyoruz. Kendimizden daha büyük bir şeyin parçası olduğumuzu hatırlıyor ve “kolektif yönetim” anlayışı ile dokunduğumuz tüm ekosisteme faydalı olmayı amaçlıyoruz.
Margaret Wheatley ve Myron Kellner Rogers, A Simpler Way kitabında çok güzel bir soru soruyor. “Eğer insanlığımızın bütünlüğü içinde dünyada olabilirsek, ne yapabiliriz?” Yani, kendimiz olabilsek neler başarabiliriz? İnanılmaz bir güce sahibiz; kendimiz olmakta özgürüz! Anneyken, babayken, çalışırken, eşken, ablayken, işverenken, arkadaşken her ne olursa olsun o anki rolümüz…
Fakat, gerçek şu ki ülkemizde bu yıl, çalışan annelerin çocuklarının bu durumdan olumsuz etkilendiklerine inanların oranı 2018 yılına göre istatiksel olarak yükseldi. Bu olumsuz etkiye inanan kadınların oranı, %31’ den % 43’; erkeklerin oranı ise % 47’den % 57‘ye çıktı. Bunun sebeplerinden bir tanesi de, pandemi dönemi ile çocukların online platforma dönen eğitim süreçlerinde ebeveyn desteğine duydukları ihtiyacın artmış olması. Dolayısı ile kadınlar birincil ve evrensel rolü olan annelik rolü ile kendilerini gerçekleştirebilme fırsatına sahip oldukları yaratma gücünü kullandıkları üreten rolü arasında seçim yapmak zorunda gibi hissettirilmeye devam etti ve en önemlisi kendileri de bunun genel geçer bir doğru olduğuna inanmaya başladı. Her 100 kadından 43 ünün; çalışıyor ve değer katıyor olmasının hazzı bir yana çocuklarını olumsuz etkilediğine inanması gerçekten çarpıcı bir veri.
İLO ve TÜİK’ in ortak yürüttüğü çalışmaya göre ücret eşitsizliği % 16,9 olarak açıklandı, bu aslında şu anlama geliyor ülke genelinde kadınlar her yıl erkeklere göre yaklaşık 57 gün ücret almadan çalışıyorlar. Hem de tüm bu ücretsiz çalıştıkları dönemde çocuklarının olumsuz etkilendiği zihinlerinde yer edinmiş bir haldeyken.
Genel ücret politikaları ve çalışan dağılım oranı gibi çıktılardan daha da önemlisi annelerin, çocuklarını olumsuz etkilemeden, kendileri de bu süreçte yıpranmadan büyük bir keyifle her iki rolü de yapabilecekleri bir ortamın mümkün olabileceğini bilmelerini istiyorum. Ve geleneksel iş dünyasının sınırlarından başka bir gerçeklik ile tanışmalarını. Çalışanlarının %80 inin kadın olduğu ama daha da önemlisi herkesin her sabah kapısından kendisi olarak tamamen özgürce adım attığı bir ekosistemin parçası olmak ve daha da ötesi bunu yaratmak mümkün.
Her sabah oğlumun kıyafetlerini giydirip, onu kendim okula bırakmayı seviyorum, bunu yapmak zorunda olduğum için değil o an orada olmayı seçtiğim için yapıyorum. Herhangi bir sabah güne kötü başladığını hissettiğimde, onunla kalıp doğru ana kadar telefonumu tuvalette unutmuş olduğumu hatırlamadığımı fark etmeyi seviyorum. Çok “önemli” ve tabii ki “acil” bir toplantının ortasında hiçbir açıklama yapmadan koşarak çıkmayı ve sonrasında aldığım telefondaki sakin seslerin “Nasılsın?”, “Senin için yapabileceğim bir şey var mı?” demesine bayılıyorum. Tüm şeffaflığı ile zihnimdeki her fikri özgürce dile dökebilmemin hazzını yaşıyorum. Ve bu gerçekliğin yaşanabileceği birçok “iş” şirketinin olacağını biliyorum.