Deneyselliğin Gücü
Bu deneyde esas ilgi geçici kısım Galileo’ya kadar bin yılı aşkın süre insanların serbest düşmeyi anlamamış olmalarıdır. Zannımca buradaki temel etken o dönemin en büyük otoritesi olarak kabul edilen Aristo’nun fikirlerinin sorgulanmayarak kabul edilmesi ve denemeye gerek bile olmayacağı fikridir. Benzer bir deneyselliği bugün gözlemlemek istesek ihtiyaç duyacağımız tek şey aslında bir şemsiye. Yüksek bir binaya çıkıp kapalı bir şemsiyeyi aşağıya bırakmak ve aynı işlemi açık bir şemsiye ile tekrarlayarak aradaki radikal farkı izlemek. Peki bu görselliği ve zihni, akla gelen düşünceyi bin yıl gibi uzun bir süre sorgulatmayan güç nedir?
Apollo 15 astronotu David Scot, tam da bu nedenle 1971 yılında yapılan sefer sırasında bir çekiç ve bir tüyü aynı anda Ay yüzeyine doğru bıraktı. Galileo ve Einstein’ın da tahmin ettiği ve beklendiği üzere hem çekiç hem de tüy Ay yüzeyine aynı anda ulaştı. Hava direnci olmadığında tüm cisimlerin aynı anda yere düşeceğini düşünen bu bilim insanları her ne kadar David ‘in deneyimini gözlemleme şansına sahip olmasalar da bunu öngörmeyi başarmışlardır. Peki onların zihninde ısrarla deneyimlemeleri gerektiğini söyleyen itici güç, motivasyon neydi?
Otoriteleri, genel geçer fikirleri kaldırarak oluşturmaya çalıştığımız serbest düşünce şekli bu soruların her ikisine de yanıt verebilecek nitelikte. Deneyim, rütbe, güç olarak sıralayabileceğimiz bazı unsurların bize yetkinlik ve kolaylık sağladığı doğru, ancak bunların gölge taraflarını hafife almalı mıyız?
Uzun dönem Latro’da bizler de, KPI dediğimiz performans sistemleri ile çalıştık. KPI, yani Temel Performans Göstergeleri aslında en basit ifadesi ile hedeflerin belirlenen süre sonunda gerçekleşmesini esas alan etkili bir metot. Terfiler, gelir modelleri, pozisyonlar, verimlilik ve hedefler gibi birçok çıktıyı, anlamlı değer içeren birçok girdi değişkeni barındırıyor. Kendimize hedefler verdiğimiz hatta bunu en mikro ölçeğinde müşteri müşteri, ürün ürün yaptığımız dönemlerde birçok temel performans verileri inceledik. Kimisi sadece aktivitelerimizi temsil ediyordu, kimisi yarattığımız çıktıyı. İşe yaradı mı tabii ki evet; sıra dışı bir fark yarattı mı kesinlikle hayır. Evet, hedeflerimize ulaşıyor ve bunu takip ediyorduk ama sürekli bir mukayese ve yarışma ortamında; ekosistemin yarattığı faydadan çok bireylerin veya ekiplerin performansını takip ediyorduk. Aslında en temelinde amacı “takip etmek” oluyordu. Tam olarak 52 tane veriyi takip ettiğimizi ancak sistemi değiştirdiğimizde fark ettik. İlgi çeken kısmı ise bu verilerin çekilmesi ve hazırlanması süresi için geçirdiğimiz vaktin, verilerin incelenmesi için geçirdiğimiz vakitten daha uzun olması. O dönemin gerçeklerinde yolculuğumuzun bu aşamasında bizi geliştiren tarafları ve farkındalıkları tabii ki oldu ancak bize yeni fırsatların ve bakış açılarının kapılarını aralamadı. İçinde gizliden gizliye barındırdığı kendini bazen yetkinlik bazen kıdem diye gösteren gizli otoritelerle çevriliydi. Ve ekosistemdeki herkes KPI’daki her bir satırı performansı olarak nitelendiriliyor kendini bununla ölçümlüyordu.
İlerleyen dönemde ekosistemin sıra dışı çözümler ile beslendiğine tanıklık ettikçe önce hedeflerden kurtulduk. Hedefler sanki önceki yılların öğrenilmiş gerçeklikleri gibi %20 - %25 gibi büyümelerle önümüze bir kısıt koyuyordu. Otoritemiz haline geliyordu ki bu da yaratabileceğimiz anlamlı farkların ve değerlerin sanki hayal bile edilemeyeceğini hatırlatıyordu. Ödülünü aldığında mutlu olan ama tatmin hissi olmayan bireyler olarak evet adım adım büyüyorduk.
Hedeflerden kurtulup amacı çözüm üretmeye çevirdiğimizde oldukça sıra dışı bir sonuç çıktı. Daha önceki dönemlere göre daha çok büyümüştük. Bu dönemde kısa süre OKR uygulamalarını deneyimledik. OKR esasında hedefler ve anahtar sonuçlar, ölçülebilir hedefler tanımlamak ve bunların sonuçlarını izlemek için kullanılan bir hedef belirleme çerçevesi. Aslında hedefi ortaya koyuyor. Ölçüm noktasında da anahtar performans göstergeleriyle, amaca yaklaşılıp yaklaşılmadığını gözlemliyor. Detaylarıysa onu yapacak kişilere bırakıyor. OKR sistemine geçişimiz oldukça hızlı olduğu gibi bu sistemden vazgeçmemiz de çok hızlı oldu. Hedef dediğimizde yine rakamlara yöneldiğimizi ve sonuçları konuştuğumuzu fark etmemiz neyse ki çok kısa vakit aldı. Bizim için temel amacın hedefe ulaşmak değil yolda geçirilen vakit olduğunu fark ettiğimizde karşımıza tek bir anahtar kelime çıktı.
Özgür düşüncenin kendine alan açabildiği ortamlarda yeşeren “Deneysellik”.
Deneysellik sisteme girer girmez en temelde takip ettiğimiz veri, kaç farklı deney yaptığımız oldu. Sıra dışı denemelerin önünü açar açmaz etkilerini gözlemlemeye başladık. Ve bu sayede Latro’nun çalışma modeli oluşmuş oldu.
“Her halükarda dene, bolca yanıl, bolca hata yap ve sonra tekrar dene.“
Üç aylık dönemlerde ekipler bir araya gelerek yeni problemlerin veya ihtiyaçların keşfedildiği deney önerileri üzerine sohbet etmeye başladılar. Bu toplantının adı “Discovery” yani “Keşif”. Keşif, aslında tüm deneyselliğin beslendiği temel ilerlemenin özü. Deneyleri, kendileri için kısa vadeli bir odak oluşturmak ve belirli değer önermelerini keşfetmek için ekipler tarafından belirlenen bir tür araç olarak düşünebilirsiniz. Bazı deneyler sadece öğrenmeyi tetiklerken, bazıları mükemmel hatalara sebebiyet verir, bazıları da “woow” dedirtir. Sonuçlardan bağımsız denemenin kendisi bir değer yaratır.
Haftalık olarak ekipler bir araya gelerek “Progress” yani “ilerleme” toplantıları yapıyorlar. İlerleme, ekip üyelerinin metriklerini kontrol ettiği, deneylerini gözden geçirdiği ve gerektiğinde eylemlerini uyarladığı haftalık bir ekip etkinliğidir. Her şey yolunda mı ve en önemlisi bu yolculukta eğleniyor muyuz sorusuna yanıt arar.
İlerlerken arada bir gözden geçirmek, durmak ve etrafında olan biteni şöyle bir kolaçan etmeye benzeyen “Improve” yani “iyileştirme” görüşmeleri aylık yapılıyor. Takımlar kendilerini sürekli geliştiriyor ve iyileştiriyor ama en azından aylık döngüde bir an durup işi nasıl yapacaklarını düşünmeleri için iyileştirme bir zemin yaratıyorlar.
Son olarak da ekipler arası iletişim ve kolektif çalışmayı arttırmak amacı ile “Share & Learn” yani "Paylaş & Öğren" işin hem en eğlenceli hem de en paylaşımcı anıdır. Tüm ekipler üç aylık periyotlarda bir araya gelerek öğrendiklerini, başarısızlıklarını, başarılarını paylaşır ve birlikte yeni fikirler üretirler. Her bir kaşifin kendini bütünün mükemmel bir parçası olarak hissettiği bu etkinlik “tam” olmamızı sağlar.
Galileo’nun kuleden attığı iki topun aynı anda düşüşünü gözlemlediği anki heyecanını veya hissettiği duyguyu yaşadık diyemeyiz, sonuçta evrenin en önemli yasalarından birini keşfetmedik. Ama deneyselliğin Latro ekosistemine yarattığı etkileri adım adım her gün gözlemledikçe yaptıklarımıza bizler bile inanmakta güçlük çekebiliyoruz. Değişimin ve dönüşümün büyüklüğü ve momentumu inanılmaz. Biz de, kendi Pisa Kulemize çıkarak iş dünyasının gelenekselleşmiş hedeflerini, bütçelerini ve performans kıstaslarını şöyle güzelce yukarıdan bırakıyoruz ve yerine sınırsız sayıda deneyler koyuyoruz.
Sonuç ne mi? Sıra dışı çözümler ve bunların yarattığı sınırsız olasılıklar!